İLETİŞİM
“İnsanlar konuşa konuş anlaşırlar” atasözümüz
kişiler arası iletişimin önemini vurgular. İletişim, karşımızdaki kişilerle çok
yönlü bir mesaj alışverişidir. Bu mesajlar sözlü olabileceği gibi, sözel
olmayan biçimlerde de karşımızdakilere iletilebilir. Mesajlarımızı
karşımızdakilere iletirken mimiklerimiz, jestlerimiz, diğer bir deyişle, vücut
dilimiz, iletişimimizin çok önemli bir boyutunu oluşturmaktadır.
Araştırmalar verilmek istenen mesajın % 65’inin
sözel olmayan yollarla( beden dili, mimikler vb.), % 35’inin ise sözel biçimde
iletildiğini göstermektedir.
Etkili İletişim İçin Neler Gereklidir?
Etkili İletişimin İçin;
1- Saygı Duymak: Karşımızdaki
kişilere saygı duymak onların varlığını kabul etmek, önemli ve değerli
olduklarını hissettirmek, olduğu gibi benimsemek anlamını taşır.
2- Doğal Davranabilmek: Abartıdan
uzak, olduğu gibi davranmaktır.
3-Empati: İletişimin belki de en önemli öğesidir. Bir anlamda, dış dünyayı
karşımızdaki kişinin penceresinden görmeye çalışmaktır. Kurulan bu duygu ortaklığı,
iletişimi güçlü kılar.
4-Etkin Dinleme: İyi bir dinleyici, iletişim kurduğu kişinin yalnız söylediklerini
değil, yüzü, eli, kolu ve bedeniyle yaptıklarını da dikkat eder, çünkü yüz
ifadeleri, el ve kol hareketleri, bedenin duruş tarzı, sesin tonu gibi sessiz
mesajlar kullanarak da, iletişim kurulur. Etkin dinleme dinleyenin, anlatılanı
yalnız duyduğunu değil, aynı zamanda doğru olarak anladığını da gösterir. Bu
yüzden bu yöntem en sağlıklı iletişim yöntemi olarak kabul edilmektedir
İletişim sadece konuşmak değildir. İletişim aynı
zamanda;
ó Neyi,
ó Ne zaman,
ó Nerede,
ó Nasıl, söyleyeceğini bilmek,
ó Olayları basite indirgeyerek sunabilmek,
ó Akıcı bir dille ve karşınızdaki kişiyle göz kontağı kurarak
konuşabilmek,
ó Dikkati yoğunlaştırabilmek ve karşınızdaki kişinin verilen mesajı
anlayıp anlamadığını kontrol edebilmektir.
Etkili iletişimin temelinde bireyin kendisini
tanıması, kendi değerlerinin ve tutumlarının farkında olması ve kendine güven
yatar. İyi bir iletişimci ipuçlarını anında görür (jestler, mimikler, beden
duruşu) ve onları gerçekçi olarak değerlendirir. Etkili iletişim için etkin
dinleme, tepki verme, olumlu yaklaşım ve ben dili kavramları önem taşımaktadır.
Aile İçi İletişim
Ebeveyn-Çocuk İlişkisi Nasıl Olmalıdır?
Her aile sağlıklı ve başarılı çocuklar yetiştirmek
ister. Sağlıklı çocuklar yetiştirme bilinci gelişen teknolojiyle olumlu yönde
gelişirken ne yazık ki başarı beklentisi giderek artmakta çocuk adeta erken
büyümek yaşından büyük sorumluluklar almak durumunda kalmaktadır. Çocuklarına
mümkün olduğunca iyi bir gelecek sağlamaya çalışan anne-baba onları iyi
okullarda okutmak için varını yoğunu ortaya koyar tüm özverisini çocuğuna
verir. Ancak çocuğun sağlıklı bir kişiliği nasıl geliştireceği üzerinde fazlaca
düşünülmeyen bir konudur. Aslında hayatta her şey başarı değildir. Önemli olan
çocuğun içinde bulunduğu dönemi sağlıklı yaşayabilmesi ve sağlıklı bir kimlik
oluşturabilmesidir.
Çocuğun yaşadığı dönemlerin özellikleri
dolayısıyla ihtiyaçları birbirinden oldukça farklıdır. Çocukluk döneminde anne-babayla
uykuya dalmak isteyen çocuk ergenlik döneminde böyle bir isteği talep
etmeyecektir. Yine anne-babasıyla gezen çocuk ergenlikte değil anne-babasıyla
gezmek arkadaşlarıyla birlikte iken ebeveynleriyle karşılaşmayı dahi
istemeyecektir.
Ergenlik dönemi başlı başına bir değişim gelişim
sürecidir ve bu dönemde ergenin fiziksel özelliklerinin yanında giyim-kuşam,
yeme alışkanlıkları, arkadaş tercihleri, ders çalışma alışkanlıklarında da
farklılıklar gözlenebilir.
Dolayısıyla çocukla iletişimde çocuğun yaşı,
cinsiyeti ve kişilik özellikleri oldukça önem taşımaktadır. Çocukluk döneminde
olası tehlikelere karşı açık tavır koyabilen ebeveynler ergenlik dönemiyle
birlikte çocuğu üzerindeki denetimi uzaktan yapabilmelidir. Arkadaş seçiminde
kontrollü ama baskıcı davranmamalıdır. Unutmayalım özgürlük sınırsızlık demek
değildir.
Çocuk aileyi yansıtır. Aile içindeki bireylerin
kişilik yapısı çocuğun kişiliğini şekillendirir. Yani aile iletişim
becerilerini kullanamıyorsa çocukta iletişim becerilerini kullanamaz. Dolayısıyla
çocuk hem ailede hem de sosyal çevrede sürekli çatışma içine girer. Anne
babasının kendisini dinlediğini gören çocuk önce, kendisine değer ve önem
verildiğini, kabul edildiğini, buna bağlı olarak da sevildiğini düşünür. Aynı
zamanda çocuk duygularını ifade etme olanağı bulduğundan “anlaşıldım” duygusunu
yaşar ve rahatlar. Bu durum, hem benlik saygısının artmasına, hem de kendisini
dinleyen kişiye yakınlık duymasına neden olur. Bu sağlıklı mesaj akışı çocuğun
ailesiyle bağını güçlendirir ve iletişimin devamını sağlar.
Etkin dinlemede ebeveyn çocuğun kendi başına
düşünmesine yardım eden kişi rolündedir. Sorumluluk çocuğa bırakılmıştır.
Ebeveyn sadece çözüm bulma konusunda ona yardım eder.
Çocuklar dinlenmemeleri ve ciddiye alınmamaları
konusunda aşırı duyarlıdırlar. Dinlenmediklerini hemen fark ederler. Uzun süre
dinlenmeyen çocuklar savunmaya geçebilirler, işbirliğine yatkın olmazlar ve
içlerine çekilebilirler.
İletişim Engelleri
Nelerdir?
Çocuklarla ebeveynlerin kurmuş oldukları iletişim bazen sağlıklı
iletişimi zorlayan engellerle dolu olabilmektedir. Bazı örnekler verecek
olursak;
ó Sıklıkla Emir
Cümleleri Kurmak;
Yaşantımızı gözden geçirerek kurduğumuz emir
cümlelerini anımsamaya çalışalım. “Kalk, yüzünü yıka, sütünü bitir, dişlerini
fırçala, ağzın doluyken konuşma, ödevini bitir, televizyonu kapa, büyüklerinle
konuşurken sesini yükseltme, öğretmenini dinle…….”
gibi uzayan emir sözcüklerini hatırlamamız zor olmayacaktır. Çocuklarımızın korkudan söyleneni yapmasını
değil kendisi için gerekli olanı düşünmesine ve bulmasına yardımcı olmalıyız.
ó Gözdağı Vererek
Konuşma Biçimi;
“Okulunu
bitirmezsen sana para mara yok”,” ödevini
bitiremezsen televizyonu unut” ,”sütünü içmezsen cüce kalırsın”, “terliksiz
dolaşırsan hastalanırsın” gibi. Bazen işimizi kolaylaştırmak için bir davranışı
bitirmesini koşula bağlayabilir ya da gözdağı vererek korkutarak istediğimiz
davranışı yapmasını sağlayabiliriz. Televizyon izlemesini istemediğimiz halde
onu şarta bağlayarak daha da çekici hale getirebiliriz. Ayrıca korku, boyun
eğme, itaat etme davranışı yaratabilir ya da “deneme” isteğini tetikleyebilir.
Gücenme, kızgınlık, öfke ve düşmanlık duygularının oluşmasına neden olabilir.
ó
Sürekli Öğüt Verme, Çözüm Önerileri Getirme;
“Senin yerinde olsam plan yaparak çalışırdım”,
“sütünü bitirdiğinde boyun uzayacak”,”bak sana bir öneri vereyim” gibi cümleler
kurabiliriz ve bu konuşma biçiminin çok yararlı yapıcı olduğuna inanırız.
Öncelikle düşünmemiz gereken söylediğimiz şeylere acaba benim mi ihtiyacım var
sorusunu cevaplamak sonrada istenmeden verilen öğütlerin, yardımın yararlı
olmadığını gözlemleyebilmektir. Aksi takdirde bu yaklaşım anneye babaya bağımlı
çocuklar yaratabilmektedir. Ayrıca kendi çözüm yollarını oluşturmasına katkı
sağlamayacaktır.
ó Sıklıkla
Yargılamak, Eleştirmek;
“Sen zaten tembelin tekisin”,”zaten
başarsaydın şaşardım”,“yine mi bitiremedin” gibi cümleler kurmak yetersiz,
aptal hissetme duygularına neden olabilir. Çocuğun olumsuz bir yargıya hedef
olma ya da azarlanma korkusuyla iletişimi kesmesine yol açabilir ya da
çocuk yargı ve eleştirileri gerçek olarak algılayabilir (Ben kötüyüm!)
ya da karşılık verebilir (Siz de daha mükemmel değilsiniz!).
Bu iletiler
çocuk üzerinde diğerlerinden daha fazla olumsuz etki yapar. Bu değerlendirmeler
çocuğun benlik saygısını düşürür. Çocuklar hakkında yapılan olumsuz
değerlendirmeler çocuğun kendisini değersiz, yetersiz görmesine neden olur.
ó Çocuğu Sürekli
Övmek
İstendik davranışı yapması durumunda çocuk yerli
yersiz her ortamda övülebilir. “Çok
güzel........”, “Bence harika bir iş
yapıyorsun.....”Bu durumda çocuk ailesinin beklentilerinin çok yüksek olduğunu
düşünebilir ya da kaygı hissedebilir.
Genel inanç olarak bu durumun çocuğa zarar
vereceği hiç düşünülmez. Çocuğun kendilik algısına uymayan değerlendirmelerin
yapılması çocukta kızgınlık yaratır. Çocuklar bu iletileri anne babanın
kendilerini yönlendirme ve isteğini yaptırma girişimi için kurnazlık olarak
yorumlarlar. “Siz böyle söyleyince sanki ben daha çok mu çalışacağım?” gibi düşünebilirler.
Ayrıca övgü başkalarının yanında yapılıyorsa çocuğu utandırabilir ya da aşırı
övgü sonucunda çocuk buna alışır ve övülmeye gereksinim duymaya başlar.
ó Sürekli Soru Sormak, Sınamak, Sorgulamak:
“Neden?....Kim?.....Sen
ne yaptın?......Nasıl?.....”
Soruları cevaplama genellikle eleştiri veya zorunlu
çözüm getirdiğinden çocuklar genellikle hayır demeye, yarı doğru cevap vermeye,
kaçmaya yönelir veya yalan söyler
Sorular genellikle soru soranın nereye varmak
istediğini açıklamadığından, çocuk korku ve endişeye kapılabilir
Ailenin endişelerinden doğan sorulara cevap
vermeye çalışan çocuk kendi sorununu, gözden kaçırabilir.
Çocuk sorgulanıyor hissine kapıldığında bu durum
onda güvensizlik, kuşku oluşturur.
ÖNERİLER
1.
Çocuğunuza zaman ayırın.
Çocuğunuzla geçmiş zaman asla boşa geçmiş zaman değildir.
Çocuğu sevmek,
ona bolca ve pahalı oyuncak almak değil onunla ortak faaliyetleri paylaşmak,
ona zaman ayırmak, onunla oyun oynamaktır. Çocuğu sevmek sözle sevgiyi ifade
etmenin ötesinde, eylemle bu duyguyu ona yaşatmaktır.
2.
Çocuğunuzla birlikte olduğunuz
zaman tüm dikkatinizi ona yoğunlaştırın. Bu nedenle de, başka bir işle
meşgulken değil, kendinizi rahat hissettiğinizde çocuğunuzla ilgilenerek, anne
ya da baba olmanın keyfini çıkarın.
3.
Aşağılamak, suçlamak, çocuk adına
karar vermek yerine, çocuğu dinleyin.
4.
Dinlendiğini düşünen çocuk kabul edildiğini,
dolayısıyla sevildiğini düşünen çocuktur.
5.
Göz kontağı kurarak, gülümseyerek
kabul belirtisini beden diliyle pekiştirin. Böylelikle çocuk “kişiliğine saygı
duyulduğunu” düşünerek iletişimini sürdürür.
6.
Anne ve babasının kendisini
dinlediğini gören çocuk duygularını ifade etme olanağı bulur. Aldığı tepkilerle
“anlaşıldım” duygusunu yaşar. Böylelikle rahatlar.
7.
Çocuğunuza karşı
davranışlarınızda tutarlı olun. Kendi içinizde çelişkili davranışlarda
bulunmanız ya da anne ve babanın birbiriyle çelişen biçimde davranması, çocuğu
“doğruyu bulma” konusunda zorlar.
8.
Çocuğunuzu başka çocuklarla
karşılaştırmayın. Çocuk, anne babası tarafından önemsenmek, değerli bir insan
olarak kabul edilmek ihtiyacındadır. Onun diğer çocuklarla karşılaştırılması,
kendini değerli bir insan olarak görmesini engeller. Çocuğun kendine özgü,
bağımsız bir birey olarak kabul edilmesi, ruh sağlığının temelini oluşturur.
Aznif GÜRGEN
Psikolojik
Danışman